https://bekirarslan.com/Bekir Arslan2024-03-28T21:31:29.849Zhttps://github.com/jpmonette/feedBekir Arslanbekirarslan@outlook.comhttps://bekirarslan.com@bkrslnhttps://bekirarslan.com/favicon.svgAll rights reserved 2024, Bekir Arslanhttps://bekirarslan.com/cocuklarla-oynadigimiz-video-oyunlar2024-03-07T21:00:00.000Z
Lisede okurken internet kafelerde Age of Empires, üniversite yıllarımda PES oynadım ama sonraki yıllarda ne mobilden ne de bilgisayardan oyun oynayan bir gamer olmadım. Bundan 4 yıl önce tam da pandeminin başladığı sıralarda kendime bir Xbox aldım.
Hediye olarak gelen PES 2020’yi oynadım bir süre ama çok sık oynayan biri de olmadığım için Microsoft’un oyun kataloğu Game Pass’e üye olmamıştım. Ta ki bundan tam bir sene öncesine kadar. Meryem ile birlikte oynarız diye üye oldum ve oyunları karıştırmaya başladım.
Savaş, araba yarışı, nişancı oyunlarına ilgim ve çocuklara oynatmaya niyetim zaten yoktu. Platform, bulmaca, problem çözme, macera gibi oyunları karıştırırken hikayesi de olan bir şeyler baktım. Birlikte çok güzel oyunlar bulduk ve oynadık. Geçen sene başında Hatice henüz olayın farkında değildi ama ablası oynarken görünce bendeki oyun kolunu istemeye ve dahil olmaya başladı. Tabii ki hepsini oynayamıyor bu yaşında ama ablasının öğrettiği oyunları çok hızlı çözdü.
En önemli kuralımız -ben dahil- sadece hafta sonları oynayabilmemiz. Benim oynama sıram da artık Hatice oynamaktan sıkılınca geliyor. 😄
İkisinin birlikte oynadığı oyunlara ben karışmıyorum. Diğer oyunlar tek kişilikse ben başlıyorum oynamaya ve Meryem oynamak istediğinde ona devam ettiriyorum. Geçemediği veya cesaret edemediği kısımlarda bana veriyor. Ama çoğunlukla problemi onun çözmesini bekliyorum.
Atmosferini, hikayesini ve müziklerini beğendiğim oyunları hangi stüdyonun yaptığını, ekiplerinde kimlerin çalıştığını, müziğini kimlerin hazırladığını merak ediyor; kısa bir araştırma turuna çıkmayı da çok seviyorum. O yüzden aşağıda paylaştığım oyunlara dair kısa bilgiler ve bence önce çıkan özelliklerini paylaşırken bol bol da video ve link bırakıyorum. Nerede oynayacağınızı bilemediğim için oyunların web sitelerini başlıklarına link olarak bırakmaya özen gösterdim ki benim paylaşmadığım birçok bilgiye oralardan ulaşabilesiniz.
Sonuç olarak aşağıda paylaştığım oyunları şiddet içermediği için tavsiye ediyorum. Ama yine de çocuğu oyunla başbaşa bırakmamanız konusunda da uyarmalıyım. Birlikte oynamanız destek veya cesaret bekledikleri kısımlar olacağı için çok daha güzel olur.
Meryem ile biz iki kişilik kısmını oynadık. Tek kişilik bölümü oynamaya fırsat gelmeden Hatice de oynamaya başladı. Dokuz bölümlük çift kişi oynanabilen kısmını neredeyse her haftasonu birlikte oynuyorlar. Artık karakterleri konuşturmaya, oyun içinde evcilik oynamaya bile başladılar. Hatice’ye göre oyunun adı: Minikunu 🤣
Gerçekten çok güzel. Atmosferi, grafikleri, hikayesi, hele de müzikleri. Müthiş. Kendinizi bir Japon animesinin ana karakteri gibi hissedebilirsiniz oynarken. Karakter ve atmosfer çizimlerinde Studio Ghibli fimlerinden esinlenilmiş.
Problemleri gittikçe katmanlaşıyor ve zorlaşıyor, zaman zaman beyin yakıyor. Bölümler arası geçişleri özellikle heyecanlı çünkü bölüm sonu canavarları var aşmanız gereken. Çok sağlam.
Fizik kuralları konusunda oldukça öğretici bence. Karakter ip kullanarak bir yerlere ulaşmaya ve yola devam etmeye çalışıyor. Hikaye ve problem çözme konusunda da güçlü.
💡 Problem çözme, hikaye, yolculuk, fizik, işbirliği, macera.
🕹️ Çift kişilik.
Aynı oyunun bir başka ve çift kişiyle oynanabilen versiyonu. Fizik kuralları yine önemli ama daha önemli olan bir şey varsa o da işbirliği. İkinci kişinin yardımı olmadan geçilemeyecek problemlerle dolu nefis bir yolculuk.
Müzikleri harika. Her iki oyunun müziği Frida Johansson ve Henrik Oja ikilisine ait.
💡 Problem çözme, hikaye, yolculuk, macera, mühendislik.
🕹️ Tek kişilik.
Aynı oyunun ikinci versiyonu. Yine problemli ve yine müthiş bir yolculuk. Grafik olarak ayrıca sanat eseri. Teknik olarak deniz üstünde veya altında gidebilen bir makinenin nasıl hareket ettirilebileceği ve çalıştırılabileceği konusunda da çok öğretici.
Bir şey yapmadan yola devam edildiği kısımlarda müziklerini hayran hayran dinledim. Müziklerini yapan Joel Schoch çok ama çok sağlam iş çıkarmış.
İnsanın dağlarda bisiklet süresi geliyor oynayınca ama zor bir oyun. Ses konusuna iyi çalışılmış, doğa sesleri harika. Ben çok iyi oynayamıyorum ama yine de seviyorum. İlgilisi de çok sevecektir.
Meryem ile Hatice’nin Pikuniku’dan sonraki eğlencesi. Çizgi film olarak zaten izliyorlardı, oyunu çıkınca çok sevindiler. Dört karakterden birini veya ikisini seçebiliyorsunuz. İki tane daha oyun kolu olsa muhtemelen 4 kişi de oynanabilir. Eğlenceli, hareketli ve bence en ağır basan özelliği İngilizce dil gelişimine katkıda bulunması. Kimi zaman diyaloglarla çözülen problemler var. Her şeyi anlamasalar da yabancı dil kulak dolgunluğu bakımından çok iyi.
Yukarıda bahsettiğim oyunlardan önce görmüştüm bu oyunu ama hikayesini okuyunca Meryem biraz daha büyüdükten sonra oynarız diye kenara bırakmıştım. Ekranın bölünmüş olması ve bazı yerlerde kamera açısını değiştirme ihtiyacı oynamayı biraz zorlaştırsa da zevkli ve maceralı bir oyun.
Hikayenin (boşanmayı düşünen anne baba) işlenişi bakımından çocuğunuzun kötü etkilenebileceği bir ihtimal olacaksa oynamadan önce dikkatli olmanızda fayda var. Açılışta, henüz kontrolün bizde olmadığı ve izlemeden geçemediğimiz kısımda anne, baba ve çocuğun birbirleriyle olan konuşmalarını kendi çocuğunuza anlatırken zorlanabilirsiniz.
🙏 Okuduğunuz için teşekkürler. Umarım faydalı olabilmişimdir.
👍 Arkadaşlarınıza ve tanıdığınız anne babalara bu yazıyı tavsiye etmeyi unutmayın.
🔍 Çeşitli YouTube Kids kanalları tavsiye ettiğim yazı da ilginizi çekebilir.
Kullanıcılarınız hangi adımları takip ederek ürüne geliyor? Hangi aşamada ürünü sahipleniyor veya artık nerede ürünü kullanmayı bırakıyor? Nereye kadar üründe kalıyor? Ürünü tekrar kullanmak için geri geliyor mu veya birilerine tavsiye ediyor mu?
İşinizi (business) veya ürününüzü (product) büyütmeye (growth) çalışırken müstakbel kullanıcıların nasıl davrandığını anlayabilmek ve darboğazları bulmak büyüme aşamasında kritik hale gelebiliyor.
Dave McClure’in isim ve fikir babası olduğu Pirate Funnel-başka bir deyişle AAARRR- yaklaşımı, kullanıcıların ürünle olan etkileşimini anlamamıza yardımcı oluyor.
🥷Pirate Funnel nedir?
Kullanıcıları bu KPI’lara ve sıralamaya göre ölçebildiğimiz yaklaşıma funnel diyoruz.
A — Awareness (Görünme): Kaç kişiye ulaştın?
A — Acquisition (Edinme, kazanma): Siteni kaç kişi ziyaret etti?
A — Activation (İlk adım): Kaçını aktifledin veya kaçı abonen oldu?
R — Retention (Geri gelme): Kaçı geri geldi veya tekrar ödeme yaptı?
R — Revenue (Tüketim): Kaçı tüketiyor veya ödeme yapmaya başladı?
R — Referral (Tavsiye): Kaçı başkalarına tavsiye etti?
(Retention ve revenue ürünün dinamiklerine göre yer değiştirebilir.)
Farklı disiplinlerin çalışma alanları olsalar da bu KPI’lara dikkatli bakıldığında kullanıcıların ürünle tanışmasından tüketimine, geri gelmesinden başkasına tavsiye etmesine kadar ürün içerisindeki tüm yolculuğunu kapsadığını görebiliriz. Bir huniyi referans alırsak arama motorlarında sitenizi gören herkesin sitenizi ziyaret etmesini bekleyemezsiniz. Kullanıcı sayısı aşağı doğru azalacaktır.
⏳Büyüme darboğazı nedir?
Her adımda gittikçe azalan kullanıcı akışı sırasında funnel içerisinde oran olarak en çok kullanıcı kaybı yaşadığınız adım ürünün büyüme darboğazıdır. Önceki adımdan yeterli kullanıcının gelmemesi büyümeyi engelleyebilir veya zarar verebilir. Bu bakımdan büyüme darboğazı dikkat edilmesi gereken adımı bildiren bir alarmdır.
🤔
Diyelim ki ürünü bir ay içerisinde 50 bin kişi gördü, bunların 10 bini sitenize geldi, 3 bini aktif oldu, 2 bini ödeme yaptı, 200’ü geri gelmeye devam etti ve 50’si başkasına tavsiye etti.
Kullanıcı sayılarını A-A-A-R-R-R aralıklarına göre oranladığımızda yüzde olarak en düşük olan kısım %10 ile revenue ile retention arasında gözükür. Yani örneğin sadece bir ödemeden sonra kullanıcıların geri gelmesi için yeterli sebepler oluşmamıştır yorumunu yaparsak yanlış olmaz.
Basit bir oranla kullanıcıları nerede kaybettiğinizi, hangi adımların sizin için bir darboğaz olduğunu bu funnel ile bulabilirsiniz. Burada sormanız gereken vazgeçilmez soru neden sorusudur. Kullanıcıları neden bu adımda kaybediyorum? Ödeme adımında bir engel veya bir hata mı var? Yoksa bir UI veya bir UX problemiyle mi karşı karşıyayım? Geri gelmeleri için neyi yanlış yapıyorum? Geliyorlar ama o ilk adımı neden atmıyorlar? Kullanıcı testleri yeterli miydi? vs gibi soruların cevaplarını her bir adımda data ile derinlere dalarak bulmanız gerekebilir. Böylece darboğazları çözmek büyümenin önündeki engelleri de kaldırabilir.
♻️ Büyüme döngüsü
Çalışma mantığı itibarıyla AAARRR bir funnel olarak gözükse de bence aynı zamanda döngü halinde düşünülmesi gereken bir yaklaşım. Çünkü büyümek için yeni kullanıcılara ihtiyacınız var. Son adım referral size aynı zamanda yeni kullanıcıların gelmesi de demek. Yeni kullanıcılar geldiğinde ikinci adım acquisition ile bu kullanıcıları analize dahil etmeniz gerekir. Sonra aktifliklerine, sonra geri gelmelerine, sonra tüketimlerine, sonra da başkalarına tavsiye edip etmediklerine bakabilirsiniz. Tüm bunlar düşünüldüğünde AAARRR aslında bir döngüdür.
🙏 Teşekkürler
Bu içeriği hazırlarken kullandığım kaynağa buradan ulaşabilirsiniz.
💡
Growth konusunda daha önce yazdığım içeriklerden faydalanabilirsiniz.
Günümüz şartlarında istisnasız her anne babanın bir gün karşılaşacağı konuların başında çocuğunun artık bir şeyler izlemeye başlaması gelir sanırım. Birçok anne baba çocuğunun ne izleyeceğini takip ve kontrol etmek ister. Şahit olduğum kadarıyla azımsanmayacak sayıda anne baba da çocuğun eline telefonu veya tableti verip onu kendi halinde bırakabiliyor. Biz ilk çocuğumuz Meryem’e bunu yapmadık çok şükür, izlemek istediği şeyleri öncesinde kontrol etmeye çalıştık. Ve izleme cihazı olarak telefonu eline kesinlikle vermedik. Ya televizyondan ya da tabletten izledi.
Netflix’in çocuk kısmını bir ara kullanalım dedik ama televizyondan bile olsa kontrolü kaybetmeye başladığımızı anlayınca onu kaldırdım. YouTube Premium özelliğiyle sadece televizyondan açacak şekilde izlemeye başlamıştı, sonrasında pandemiyle birlikte tabletle daha çok izlemeye başladı. Gittiği anaokulunun online eğitim yapması da biraz etkilemişti aslında bu durumu. O zaman da imdada YouTube Kids yetişti. YouTube Kids Türkiye’ye açılmadan önce tabletin ülke ayarlarını değiştirerek kurmaya çalışmıştım ama ebeveyn ayarları o zamanlar aktif değildi. Türkiye’ye açıldıktan sonra bu özellik de gelince derin bir nefes aldık. Artık kontrol tamamen bizdeydi. Şu an tek izleme cihazı tablette İngilizce uygulamalar ve birkaç oyun haricinde sadece YouTube Kids kurulu. Zamanla iyi kanalları aramaya koyulduk. En çok da Semra araştırdı, okudu, inceledi onayladı, bana iletti ben de tabletindeki uygulamaya o kanalları dahil ettim. Hakkımı vereyim benim de birkaç iyi kanal bulmuşluğum vardır. 😎
Zaten zarar verebileceğini düşündüğümüz kanalları onaylamadık uygulamada ama İngilizce olanları özel olarak seçtik diyebilirim. Madem burada vakit harcıyor, bari yabancı dile maruz bırakalım ki ayrıca bir işe daha yarasın diye düşündük. İngilizce konusunda faydasını da görüyoruz açıkçası. Henüz konuşmaya doğrudan etkisi olduğunu düşünmesem de kelime hazinesi ciddi oranda arttı. Bu bile büyük faydası olduğunu gösteriyor, sonrası zamanla kazanılacak yetenekler.
Özetle kendi çocuğumuzun güvenle izleyebileceği, izlerken de hem eğlenip hem de bir şeyler öğrenebileceği kanalları uygulamada onaylanmış olarak işaretledim. Aşağıda paylaşacağım kanallar haricinde bu uygulamada başka hiçbir kanala ulaşamıyor. YouTube Kids kullanıyorsanız bu özelliği kullanıyor olduğunuzu tahmin ediyorum.
Yakın zamanda birkaç arkadaşımız bizden YouTube Kids’ten örnekler isteyince ben de bu kanalları bir amme hizmeti olarak toparlamak ve paylaşmak istedim. Damdan düşenin halini damdan düşen anlayacağı için anne babalara bir faydamız olsun diye düşündüm. Her bir kanalı uygulamada onaylamadan önce en az birkaç tane videosunu izlediğimizi, kanalı genel olarak taradığımızı rahatlıkla söyleyebilirim. Ama yine de siz de onaylamadan önce bir bakın, kendinizce sıkıntılı olduğunu düşündüğünüz bir kanal varsa eklemeyin, rahat dururken şimdi vebale girmeyelim. Lafı çok uzatmadan dilerseniz bizim seçtiğimiz kanallar hangileri onlara bakalım.
Yanlış hatırlamıyorsam Meryem’e YouTube’dan bir şeyler açmaya başladığım sıralarda keşfettiğim ilk kanallardan biri bu olabilir. Aşağıdaki tüm kanallar arasında benim de ilk favorim kesinlikle bu. Meryem hala hiç sıkılmadan izliyor.
Bir ara Türkçesinin de olduğunu Meryem fark etti Türkçe izlemek istedi ama İngilizcesinde ben ısrar ettim. Çok diyalog olmasa da temel bazı konuşmalar faydalı olabiliyor.
Okumaya başladığında hikaye kitaplarını da aldım. Gün içinde zaman zaman baba biliyor musun diye başlayıp bu karakterlerin neler yaptığını anlatabiliyor. Bilen biliyor zaten ama keşke İngilizcesi de olsaydı dediğim ender dizilerden Rafadan Tayfa.
Tek eksiği konuşma olmaması. Bir ara çok fazla izliyordu, zaman zaman tekrar bakabiliyor. Ama sevme sıralamasında bence Meryem’in ilk 5’inde rahatlıkla kendine yer bulur Chicky.
İlk sıralara alma konusunda tereddüt ettim ama Meryem’in bu sıralar en çok sevdiği ve eğlendiği filmler Bluey’den geliyor. İngilizce konuşmalarının yoğun olması en büyük faydası. Hatta bu sıralar hem bunu izleyip hem de resim defterini alarak burada gördüğü bazı şeyleri çizmeye başladı.
Her birine maalesef açıklama yazamayacağım ama isminden içeriğini tahmin edebileceğiniz ve her birini incelemenizi tavsiye edeceğim diğer kanallar ise şunlar:
Umarım sizler ve çocuklar için faydalı bir liste olmuştur. Buraya kadar okuduğunuz ve beğendiyseniz yazıyı paylaştığınız için şimdiden teşekkür ederim. Yeni kanal önerilerilerine de açığım, benimle paylaşırsanız ayrıca mutlu olurum.
Twitter kullanıyorsanız benim de paylaştığım sarılı, yeşilli, siyahlı o görsellerden ve üstünde yazan Wordle kelimesini görme olasılığınız oldukça yüksektir diye tahmin ediyorum. Yanlış hatırlamıyorsam ben de bu görseli takip ettiğim kişilerin paylaşımında göreli iki hafta ancak oluyor. İlk birkaç kişide gördüğümde bunun bir oyun olduğunu tahmin etmiştim ama insanların paylaşımı o kadar çok arttı ki ben de bakmadan edemedim.
Wordle, yazılım geliştirici Josh Wardle tarafından hazırlanmış, telefonunuzun veya bilgisayarınızın tarayıcısı üzerinde oynayabileceğiniz, üyelik ve kurulum gerektirmeyen bir kelime tahmin oyunu. Beş harflik bir kelimeyi en fazla altı denemede bulmanız gerekiyor. Tahmin etmeye çalışırken yazdığınız kelimedeki harflerin, ulaşılmak istenen kelimede olup olmadığının ipucunu sarı, yeşil ve siyah renklerle veriyor. Bulduğunuzda dilerseniz sonucu başkalarıyla da paylaşabiliyorsunuz. Oynarsanız detaylarını kendiniz inceleyebilirsiniz -ki benim bu yazıdaki amacım oyunu anlatmak değil, oyunun nasıl büyüdüğü hakkında birkaç yorumda bulunmak. Çünkü ilk oynadığımda kullanıcıların bu oyuna nasıl geldiğini ve ne gibi davranışlarda bulunduğunu “growth” odaklı düşünmeden edemedim.
Wordle için “verileriniz ve gözbebeklerinizle gizli bir şeyler çevirmiyor, sadece eğlenceli bir oyun” diyen geliştirici Josh Wardle, oyunu geçtiğimiz yılın ekim ayında yakın arkadaşlarıyla paylaşmış. Arkadaşları arasında bağımlılık yaparcasına beğenildiğini görünce yayınlamış, 2021’in kasım ayında 90 kişiyle oynanırken aralık ayında Twitter’da viral olmuş. Bu yılın ocak ayında 300 bin kişinin oynamasına kadar gelmiş ve içinde bulunduğumuz ocak ayının ortasında bu sayı 2 milyon kişiyi geçmiş.
🔥
“Growth Hacking”, yani büyümeyi hacklemek, aslında kuralları ihlal ederek büyüme anlamına gelmiyor. Hacklemek yerine “şifresini çözmek” tabirini o yüzden seviyorum. Büyümenin şifresini çözmek tek başınıza yapabileceğiniz bir şey değil. Büyüme, küçük adımlarla kullanıcıların ürünü büyütmesine olanak sağlamak demek aynı zamanda. Wordle’ın kısa sürede viral olup yayılmasının sebebi kullanıcıların onu benimsemesi ve büyütmesi. Sizin işiniz büyümenin önündeki engelleri kaldırmaktan ibaret, yani büyümenin şifresini çözmek.
🥷 Büyümenin korsan hunisi
Growth’a çalışırken kullanıcılarınızın hangi davranışta bulunduğunu anlayabilmek kadar önemli başka bir şey yoktur. Bunu anlamak için de onların hangi adımları kullanarak uygulamanıza geldiğini, nerede sizi bıraktığını veya nereye kadar sizinle kaldığını bilmek durumundasınız. Dave McClure’in isim ve fikir babası olduğu “Pirate Funnel” veya “AAARRR”, bizim korsan veya pazarlama hunisi olarak çevirebileceğimiz yaklaşım tam da burada işimize yarıyor.
Awareness (görünürlük), acquisition (edinme), activation (ilk önemli adım), retention (geri gelme), revenue (tüketim) ve referral (başkasına tavsiye etme) adımlarının yer aldığı bu huniye kullanıcı sayılarını dağıtmak ve analiz etmek size büyüme fırsatı verebileceği gibi hangi adımlarda tıkandığınız konusunda da işinize yarayacaktır. Ürününüzün görünürlük sayısından huninin sonuna doğru olan adımlara kadar kaç kullanıcının kaldığı büyüme için önemlidir. Her bir adımda kalan kullanıcı sayısının artışı büyümenizle doğrudan ilişkilidir bu yüzden. (Retention ve Revenue duruma göre yer değiştirebilir.)
Basit bir oranla kullanıcıları nerede kaybettiğinizi, hangi adımların sizin için bir darboğaz olduğunu bu huniyle rahatlıkla bulabilirsiniz. Burada sormanız gereken vazgeçilmez soru “neden” sorusudur. Kullanıcıları neden bu adımda kaybediyorum? Tüketmeleri için bir engel mi var? UI veya bir UX problemiyle mi karşı karşıyayım? Geri gelmeleri için neyi yanlış yapıyorum? Geliyorlar ama o ilk adımı neden atmıyorlar?.. gibi soruların cevaplarını her bir adımda derinlere dalarak bulmanız gerekebilir. Darboğazları çözmek büyümenin önündeki engelleri de kaldırır.
♻️ Büyüme döngüsü
Çalışma mantığı itibarıyla AAARRR bir huni olarak gözükse de temelde döngü halinde yaklaşılması gereken de bir framework. Çünkü büyümek için yeni kullanıcılara ihtiyacınız var. Son adım olan “referral” size aynı zamanda yeni kullanıcıların gelmesi de demek. Yeni kullanıcılar geldiğinde ise huninin ikinci adımı olan “acquisition” ile bu kullanıcıları incelemeye dahil etmeniz gerekir. Sonra onların aktifliklerine, sonra geri gelmelerine, sonra tüketimlerine, sonra da başkalarına tavsiye edip etmediklerine bakmalısınız. Tüm bunlar düşünüldüğünde AAARRR aslında bir döngüdür de.
🚀 Oyunun büyüme kaldıraçları
Wordle’ı ilk oynadığımda hunideki bu adımlar zihnimde istemsizce dönüp durdu -belki de bir meslek hastalığıdır bilemiyorum. Oyunun beni bu kadar hızlı çekmesine olan şaşkınlığım ve hayranlığım da bana huniyi ve büyüme döngüsünü hatırlatmış olabilir. Belli bir düzende olmasa da oyunda benim fark ettiğim özelliklerin hunideki karşılıklarının neler olabileceğini toparlamak istiyorum. (Hunideki adımlara aynı zamanda büyüme kaldıraçları “growth levers” da deniyor.)
Kelimenin herkese aynı verilmesi yarış hissi oluşturuyor. (Activation)
Yeni kelimenin ancak belli bir süre sonra gelmesi tekrar gelmenizi sağlıyor. Kelimeyi bulduğunuzda hemen yeniden oynamanızı gerektiren bir durum yok o yüzden. Bulduğunuzda yeni kelimeyi beklemeniz gerekiyor. (Retention)
Kelimeyi bulduktan sonra “paylaş” butonu beni paylaş diye bağırıyor. Hakikaten paylaşmak istiyorsunuz ve paylaşıyorsunuz. Twitter’daki etkileşim de bunu destekliyor. (Referral)
Paylaşımlardan sonra insanlar merak etmeye ve bu oyunun nasıl oynandığını anlamaya çalışıyor. Ben de aynı yöntemle gidip nerede oynandığını öyle buldum. (Acquisition)
Tek derdi oyunu oynatmak ve paylaştırmak. Ve belli bir süre sonra gelme isteği uyandırmak. (Activation, Revenue, Retention)
Üyelik ve uygulama indirme yok. Kullanımı çok basit. (Acquisition)
Kullanıcıların paylaşımı rekabet isteği uyandırıyor. (Retention, Referral)
Ve belki de en önemlisi büyümeyi sonuç paylaşan kullanıcılar sağlıyor. (Referral, Acquisition)
Benim ilk anda fark ettiğim ve not ettiğim özellikler bunlardı. Varsa sizin de dikkatinizi çeken bir özellik bana Twitter’dan yazabilirsiniz ve bu yazıyı güncelleyebilirim.
North Star Metriği, ürününüzün kullanıcılara sunduğu temel değeri en iyi şekilde yakalayan tek ölçüdür. Bu metriği büyütmeye çalışmak ve optimize etmek, tüm kullanıcı tabanınızda sürdürülebilir büyüme sağlamanın da anahtarıdır aynı zamanda. Airbnb'nin North Star Metriği kalınan gece sayısıdır. Bu, hem misafirlere hem de ev sahiplerine sunulan değeri yakalar. Facebook'unki de günlük aktif kullanıcı sayısıdır. Airbnb veya Facebook bu metriğin büyümesi için herkesin akışını optimize edebilir. Kendi ürününüz için bir North Star Metriği belirlemek için en sadık kullanıcılarınızın ürününüzü kullanırken elde ettiği temel değeri anlamalısınız. Bunu anlamanın yollarından biri ürününüz için çalışan takım üyeleriyle yapacağınız bir atölye. İşbu yazı, TRT’nin dijital ürünleri için organize ettiğim North Star Metriği belirleme atölyelerinde karşılaştığım bazı tecrübelerden oluşuyor.
🧭 Hangi ürünlerde kullanıyoruz?
North Star Metriğini biz TRT’nin büyüme (growth) takımları kurulan dijital ürünlerinde, yani toplamda 5 milyondan fazla indirmeye sahip TRT İzle, TRT Dinle ve TRT Bil Bakalım’da kullanıyoruz. Özellikle dijital ürün dememin sebebi bu ürünlerin (TRT Bil Bakalım hariç) yalnızca bir mobil uygulama olmadığından dolayı. Örneğin TRT İzle web, mobil ve akıllı televizyonlarda hizmet veren bir canlı yayın ve VoD platformuyken; TRT Dinle web ve mobil uygulama üzerinde radyo, sesli kitap, radyo tiyatrosu, podcast ve müzik yayınlayan bir ürün. Sunulan hizmetlerin ve yayın mecralarının çeşitli olması büyüme odaklı çalışan ürünlerde North Star Metriğini daha değerli, anlamlı ve kullanılabilir kılıyor. İyi belirlenmiş bir metrik de iyi ölçülebilir bir hedef demek aynı zamanda.
🤔 Onca ölçüt varken neden tek bir metriğe bakalım?
Hizmet vermeye başladıklarında zaten belli başlı KPI’lara (temel performans ölçütleri) sahip olmasını beklediğimiz ürünlerde neden tek bir North Star Metriğine ihtiyaç olsun ki diye düşünebilirsiniz. Yine TRT örneğine bakalım. Bu kadar çeşitli türden hizmetin ve mecranın yer aldığı, her birinin ayrı dinamiği olan ürünlerin büyüme performanslarını yönetim ekibi hangi metriğe bakarak değerlendirebilir? Diğer tüm ölçütler veya metrikler (vanity) belki sadece uzmanının anlayabileceği değerlendirme sunarken, North Star Metriği ürünün büyüyüp büyümediği hakkında yönetici ekibe çok net bir görüş sağlar.
Çünkü bu metrik doğru kurgulanır ve takip edilirse;
İşleri veriye bakarak önceliklendirir ve hızlandırır.
Kullanıcının beklentisiyle ürünün sunduğu hizmetin aynı odakta olup olmadığına bakar.
Etkili, sürdürülebilir ve uygulanabilir ürün odaklı büyümeye destek verir.
Ürün takımlarının tek bir hedef için çalışabilmesini ve birbirleriyle iletişimde olmasını sağlar.
🤝 Metriği belirleme atölyesine neden ihtiyaç var?
Yönetici çıkıp biz şu metriği takip edeceğiz, bundan sonra sizden bunun hesabını istiyordum da diyebilir ama ürün için çalışan takım üyeleriyle birlikte ortak belirlenen bir metriğin çok net bir çıktısı var: Takımları aynı hedef çizgisinde hizalamak. Bu da bize büyüme (growth) odaklı ürün yönetimini hatırlatıyor. Bir North Star Metriği belirleme atölyesini büyüme takımı ilk kurulduğu zaman yapabileceğiniz gibi bu takımın çalışmaları ilerlediği zamanda da yapabilirsiniz. Biz büyüme takımlarının ilk zamanlarında yaptık. Ama ne zaman yapılırsa yapılsın bu atölye, takım üyelerinizin motivasyonuna olumlu katkı yapacak ve aynı hedef için anlaşmanızı sağlayacak.
🎙️ Atölye nasıl yapılır?
North Star Metriği belirleme atölyelerini biz online yaptık. Toplantıların bile veriminin tartışıldığı online bir ortamda atölye yapmak gerçekten büyük cesaret ve çalışma istiyor. Çünkü insanları sadece sesinizle yönetebiliyorsunuz. Bu atölye özelinde kameraların açık olması zaten bir avantaj olmadığı için enerjiniz ve konuya hakimiyetiniz çok iyi olmalı.
Atölyenizin verimi için kritik şey katılımcıların aktif olması gerekliliği. İnsanların sadece dinleyeceği, katılımcı olmayacağı bir sunum halinde tasarlamamalısınız. Amacınız da bu değil zaten. Onların katılmasını, bir şeyler yazmasını istiyorsunuz. Online ortamda bu katılımı sağlamak için ben Miro’yu kullandım. Sunum dahil bu tür atölyeler için Miro gerçekten biçilmiş kaftan. Çünkü atölye boyunca katılımcılar tek bir ekranda kalmalı, odaklarını bozmamalı. Miro ile bunu problemsiz şekilde başardım. İletişim için de süresiz bir Zoom oturumu kullandım.
İyi bir araç Miro ama atölyenin kusursuz ilerleyebilmesi için iyi tasarlanmış bir kurguya veya dokümana da ihtiyacınız var. Aracın iyiliği yetmiyor, onu nasıl kullandığınız daha önemli. Bu süre boyunca insanların odağını bir an olsun bile dağıtmamalısınız. Ben atölyenin kurgusu için birkaç hafta çalıştım. Hangi konulara yer vereceğimi, nereyi nereyle bağlayacağımı, nerede ne kadar süre kullanacağımı, insanlara neyi nerede soracağımı, hangi bölümde katılımcılardan bir şeyler yazmalarını isteyeceğimi, yazdıklarımı hangi aşamada toparlayacağımı... vs tüm detaylara çalıştım. Bunlara çalışmadığınız sürece atölyeyi yönetebilmeniz gerçekten zorlaşacak ve tıkanacaksınız. Tıkanmak da bu atölyede isteyeceğiniz en son şey bana inanın.
İlk atölyenizi gerçek hedef kitlenizle değil de takım arkadaşlarınızla yapmanızı tavsiye ederim. Sanki onlar ürünü yönetiyormuş gibi atölyeye dahil olurlar ve sorularınızla etkileşime girerlerse siz de atölye esnasında nerelerde tıkanıyorsunuz, zamanı nerede iyi kullanamıyorsunuz gibi problemlere önceden önlem alabilirsiniz. Bu ilk deneme atölyenin bitimininde de mutlaka arkadaşlarınızdan geri dönüş alın ki gerçek hedef kitlenizle olan atölyeniz daha rahat geçsin.
🚀 Atölye çalışma dokümanı
Miro’da kurguladığım, buradan inceleyebileceğiniz ve eğer atölye yapmayı planlıyorsanız kullanabileceğiniz dokümanı ben 5 ana bölüm olacak şekilde hazırladım.
Başlangıç ve North Star 101
Ürün Vizyonu
Kullanıcıya Sunulan Hizmet ve Kullanıcının Beklentisi
Kullanıcıdan Beklenen
Sonuç: North Star Metriğini Belirleme
Şimdi hem dokümandaki bu bölümleri tek tek inceleyelim hem de atölyenin gidişatıyla alakalı dikkat etmemiz gereken noktalara bakmaya devam edelim.
1️⃣ Başlangıç ve North Star 101
Atölyeye başlamadan önce bazı kurallarımızın olduğunu katılımcılara anlatmalısınız. En az 2 saat sürecek çalışma süresi boyunca bildirimlerin kapalı olması ve ikinci bir cihazın açık olmaması gerekiyor. Zamanında bitirebilmemiz için de konuları dağıtmadan tartışmalıyız. Kuralları ve gereken süreyi en başta iletmek katılımcıların motive olması için de önemli. Kurallar katılımcılar olduğu kadar atölyeyi yöneten kişi için de geçerli. O yüzden zamanında bitirmeye çalışın. Her bölüme ayrılan süreye siz olabildiğince uyarsanız zamanlama konusunda problem yaşamazsınız.
Normal şartlar altında ürün, içerik, veri, pazarlama ve yazılım ekiplerinden birilerinin bu atölyeye katılıyor olmasını istiyoruz. Farklı ekiplerden katılımın amacı daha önce bahsettiğim gibi tek bir metrik ve hedefte anlaşabilmek için. Toplamda 10-15 kişilik bir katılımcı grubu atölye için yeterli.
Katılımcı grubunda büyüme (growth) konusundan haberdar kişiler olabilir de olmayabilir de. O yüzden bu meselenin aslında büyümeyle ilgili olduğunu herkesin anlayabileceği bir seviyede kısaca anlatmalısınız. Bu, atölyeyi hangi amaçla yaptığımızın da cevabı. Sonuçta bu atölyeyi tüm takımların bir araya gelip aynı hedef için çalışmaları için yapıyoruz. Bu bölüm aynı zamanda North Star Metriğini tanımladığınız, örnekler verdiğiniz bir bölüm. Sonraki bölümlerde konuşacağımız ve metriğin kapsadığı konuların ana başlıkları da burada yer alıyor. Bu atölyenin sonucunda belirleyeceğimiz metrik 1) ürün vizyonu, 2) sunulan hizmet ve 3) kullanıcıdan beklenenleri kapsamalı. O yüzden katılımcılarla birlikte her başlığa ayrı ayrı çalışmalısınız.
2️⃣ Ürün Vizyonu
Çalışanlar olarak ürünümüzün vizyonundan haberdar mıyız? Herkes bu konuda aynı fikirde mi? Bunu görebilmek için her katılımcıdan ürün vizyonunun kendi fikirlerince ne olduğunu yazmalarını istiyoruz. Vizyon hakkında konuşmamızın sebebi ürünün nereye gittiği hakkında herkesin aynı düşünüp düşünmediğini görmek. Bambaşka sonuçlar görünce çok şaşıracaksınız. Bunu konuşmamızın amacı da bu, ortak bir vizyonda buluşmak ve odağı belirlemek.
3️⃣ Kullanıcıya Sunulan Hizmet ve Kullanıcının Beklentisi
Bir ürün yaptık ama kullanıcıya sunduğumuzu düşündüğümüz hizmetle kullanıcının beklentisi gerçekten aynı mı? Onlar bizden ne bekliyor ve biz ürünün hangi özelliklerini geliştiriyoruz? Çünkü beklentiler farklıysa ortada gerçekten yanlış giden bir şeyler var demektir. Buradaki tuzak soru şu: Uygulama olmasaydı insanlar gerçekten ne kaybederdi? Çünkü kaybedeceklerini düşündüğümüz şey tam da kullanıcıya sunduğumuz temel değerdir, yani onlara sunduğumuz hizmet.
4️⃣ Kullanıcıdan Beklenen
Peki biz kullanıcıdan ne bekliyoruz? Kullanıcıların ne yapmasını istiyoruz? Günlük içerik tüketmelerini mi, başkalarına tavsiye etmelerini mi, haftada 10 defa uygulamaya girmelerini mi, reklam etkileşiminde bulunmalarını mı, abone olmalarını mı? Kullanıcıdan beklediğimiz şey ile sunduğumuz hizmetin aynı hedefte olması temel bir değerde birleştiğimiz anlamına gelir.
5️⃣ North Star Metriği Belirleme
Vizyon, sunduğumuz hizmet ve kullanıcıdan beklenenleri konuştuğumuza göre artık metriği belirleyebileceğiz. Daha önce söylediğim gibi, bunları konuşmamızın sebebi metriğin tüm bunları içine alacak şekilde kapsayıcı olması. Artık ürününüz için belirleyeceğiniz metrik:
Ürünün vizyon ve stratejisini temsil etmeli. (Vision & strategy)
Bir değeri, gerçek anlamı ifade etmeli. (Value)
Öncü bir gösterge olmalı. Geçmiş sonuçlardan ziyade gelecekteki dönüşleri tahmin etmeli. (Leading indicator, not lagging)
Bir gösteriş ölçütü olmamalı. (Not a vanity metric)
Uygulanabilir olmalı. (Actionable)
Kolayca anlaşılmalı. (Understandable)
Ve ölçülebilir olmalı. (Measurable)
Airbnb’den hatırlayalım, belirledikleri metrik kalınan gece sayısıydı. Ne kadar kapsayıcı, anlamlı, etkili ve büyüme odaklı değil mi? Kiralanan ev, kiradaki evlerin gösterim sayısı, yeni gelen kullanıcı, yeni ev sahibi sayısı.. vs değil; tüm bunları da kapsayan bir metrik kalınmış gece sayısı. Vizyonu temsil eden, gerçek bir değeri olan, gösteriş ölçütü olmayan, uygulanabilir, anlaşılır, ölçülebilir öncü bir gösterge. Hem de büyüme hedefi net ve takımları bir odakta hizalayıcı.
Hedef olarak belirlenen bir kalınan gece sayısı metriğine ulaşmak için metriği etkileyen temel girdileri de büyütmelisiniz. Kullanıcı sayınızı artırmalı yani genişletmeli (breath), kullanıcılarınızın derinlere dalmasını sağlayacak etkileşim türlerini belirlemeli (depth), kullanıcılarınızın ürünle olan etkileşim sıklığını çoğaltmalı (frequency) ve tüm operasyonu etkileyecek verimi (efficiency) iyileştirmelisiniz. Amacınız bu kümeyi, yani metriği büyümek olmalı.
Metriği besleyen temel girdileri büyütmek için de günlük işler (task) veya testler keşfetmelisiniz. Sepete eklediği ürünleri henüz almadan siteden ayrılan müşteriye sepetteki ürününü hatırlatan bildirim veya eposta göndermek (frequency), sosyal medyada etkili kişilerle sponsorluk anlaşması yapmak (depth), kullanıcı deneyimi tasarımı temelli A/B testleri yapmak (efficiency), müşteri hizmetlerine bağlanmak isteyen kullanıcıya 10 saniye içerisinde bir müşteri temsilcisi atamak (efficiency) gibi günlük işlerle temel girdilerinizi besleyebilirsiniz.
🎉 Sonuç
Başta metrikle ilgili temel bazı özelliklerden bahsetmiştim hatırlarsanız. Belirlediğiniz bu North Star Metriği; veriye bakarak işleri önceliklendiren ve hızlandıran, kullanıcının beklentisiyle ürünün sunduğu hizmetin aynı odakta olup olmadığını kontrol eden, ürün odaklı büyümeye destek veren ve belki de en önemlisi takım üyelerinin tek bir hedef için iletişim içinde olmasını sağlayan bir performans ölçütü olarak size net görüş sağlamak için hazır.
Artık aynı hedef üzerine belirlenmiş bir metriği takip eden tüm takımların yapması gereken tek şey birbirleriyle iletişimde olmaktır -kendi içlerinde hangi gösteriş metriğini (vanity) takip ediyor olursa olsunlar. Büyüme (growth) odaklı çalışmanın anahtarı bu.
Metriğinizi belirlediyseniz ve büyüme odaklı çalışmaya karar verdiyseniz şimdi yapmanız gereken şey büyüme toplantıları organize ederek takım arkadaşlarınızla işe koyulmak. Büyüme (growth) toplantısının nasıl yapılacağına dair ipuçları için daha önce yazdığım bu yazıyı okuyabilirsiniz:
Atölye için hazırladığım Miro dokümanına aşağıdan ulaşabilirsiniz. Dokümanı hazırlarken esinlendiğim kaynak ise burada. Hem atölyeyi online yaptığımızdan hem de tek toplantıda meseleyi toparlamak istediğimden dokümanı kendi isteğime göre hazırladım.
Değerli katkıları için Necmettin Çarkacı'ya ve farklı ekipler için yaptığımız atölyelerde beni dinleyen, eleştirilerini ileten takım arkadaşlarıma çok teşekkür ederim.
Üniversiteyi bitirip çalışmaya başladığım 2008 yılından bu yana İstanbul’dan sadece yıllık izinlerimde ayrılmıştım. O da parça parça en fazla 25 günü ancak buluyordu. Bu yıl neredeyse 3 ay İstanbul dışından çalıştım. Pandemiden kaynaklı da olsa zorunlu uzaktan çalışma bana yaradı. Ailecek yaklaşık 15 bin kilometre yol gittik.
🌧️ Bursa → İstanbul → Maraş → İstanbul
Yılın ilk günlerinde Bursa’daydık. 2020’nin son aylarından başlayarak bu yılın ilk birkaç haftasını da Bursa’da geçirmiştik. Sonra İstanbul’a döndük. Haftasonlarında dışarıya çıkmanın yasaklandığı o ilginç zamanları geçirerek Ramazan’a ulaştık. Şimdi sanki yıllar önce olmuş gibi hissettiğim 17 günlük tam kapanma başlamadan bir gün önce Maraş’a kaçtık. Uzun zamandır annem ve babamla oruç geçirememenin acısına ilaç gibi geldi. Kardeşim de ailesiyle gelince baba evinde üç aile olduk. İftardan sonra kardeşim Çağrı ile sahurluk yağlı çörek almaya fırına adımladık, çocukları gündüz parka götürdük, ara sıra pınarlardan eve damacanalarla içme suyu taşıdık. Ramazan Bayramı’nı da geçirdikten sonra biz yine İstanbul’a döndük.
🌦️ İstanbul → Erzurum → Kars
Döndük dönmesine ama planımızda yine bir yerlere gitmek vardı henüz ofislere çağrılmıyorken. Semra’nın anne ve babası kışı Bursa’da geçirirken yazları Erzurum’a, köylerine dönüyor. Erzurum’a gitmeye karar verdik ama benim nasıl ve nerede çalışacağım gidene kadar bir muamma olarak kaldı. Haziran ayının son gününde yola çıktık. Bursa aktarmalı uzun ama çok güzel bir yolculukla köye vardık. Amacımız en azından Kurban Bayramı’nı da Erzurum’da geçirmekti. Bu da bir ay demekti. Ama biz iki ay kaldık, Meryem’in okulu açılmasaydı ne zaman dönerdik bilmiyorum.
Ben daha gitmeden harita üzerinde neredeyse bütün kuzey ilçelerini ve köylerini inceledim, gideceğim ve görmek istediğim yerleri işaretledim. Çoğu köyün eski Ermeni yerleşimi olduğunu biliyordum. O yüzden kale, harabe, manastır, kilise ne gördüysem kaydettim. Köy isimlerinin Ermenice kökenlerini bile araştırdım. Hazır gitmişken, çalışmanın haricinde fırsat da bulabiliyorken etrafta ne var ne yok görmeliydim. Öyle de yaptım. Narman’ın gitmediğim köyü, içmediğim pınar suyu, yanına uğramadığım harabesi kalmadı desem abartmam. Şu yol hangi köye çıkıyordu acaba ya diye direksiyon kırdığım çok oldu. Uzundere, Oltu ve Tortum’un da çoğu köyünü gidip gördüm.
Köyde çalışırken tek problemim internet oldu. Telefon bile zor çektiğinden mobil hattımdaki interneti kullanamadım. Köydeki komşuların Wi-Fi ağlarını, evlerinin önündeki harmana sandalye atarak kullandım bazen çünkü bizim eve yakın bir Wi-Fi ağı yoktu. Sinyal güçlendirici kullansam bile işe yaramadı mesafenin uzaklığından dolayı. Bazen de günlük ilçeye giderek çalıştım. Köyde dışarıda çalışıyordum ama yağmur yağdığında ileçeye gitmeye mecbur kaldım.
İstanbul’da hava sıcaklıklarının 40 derecelere ulaştığı haberlerini alıyorduk ama köyde iki günde bir yağmur yağdı, gece uyurken yorgan kullandık, çoğu akşam da soba yandı. Köy havası ve biraz da rakımdan dolayı benim çok erken uykum geldi ve çoğu akşam en geç 10’da yattım, çok da erken kalktım. Erken kalktığım zamanlarda köyün etrafındaki dağlarda dolaştım.
Ben, Semra ve çocuklar için harika oldu köyde kalmamız. Hele ki Meryem için. Köyde tanıştığı arkadaşlarıyla etrafta fink attı, yayladan her akşam eve dönen inekleri köy meydanından tek başına gitti getirdi, civcivleri ve tavukları sıkıştırdı, tozla toprakla delilercesine oynadı.
Babamın öğretmenliğe başladığı ilk görev yeri Erzurum’un Şenkaya ilçesinin Göllet köyü. Şimdiki adıyla Kömürlü. Ondan hep oraların hikayelerini duyardım, gelmişken ben de gitmek istedim. Babam buradan ayrıldıktan sonra gezmek amacıyla da olsa gelememiş ama ev sahipleriyle iletişimleri devam ediyor. Tamı tamına 40 yıl sonra babamın görev yaptığı okula ve annemle ilk kaldıkları eve gittim. Ablam daha doğmamışken 1981 yılında bu köye gelmişler. Vardığımda, arkadaşlarıyla annem ve babamı telefonla görüntülü konuştururken bambaşka duygular içine düştüm. Ev sahipleri İsmail Amca ve Zemine Yenge bizi öyle bir karşıladı ki sanırsınız 40 yıllık dostlarıyım. Dostluk için 40 yıl gerçekten dile kolay, tam 40 yıl. Daha ben yokken annemle babamın bu köyde gezip dolaştığını, kaldıkları odayı sanki bıraktıkları gibi şimdi adımladığımı düşünmek daha önce hissetmediğim duygulara götürdü beni.
Erzurum’un ilçelerini dolaşırken etraftaki şehirlere de uğrama planları yaptık. Karadeniz tarafına özellikle çıkmadım çünkü sürekli sel gidiyordu. Ağrı, Iğdır tarafına da vakit ayıramadığımdan dolayı gidemedik fakat hep hayalini kurduğum Kars’a, daha doğrusu Ani’ye gitmek nasip oldu. Şenkaya’dan Ardahan yoluna çıktık, Olur üzerinden yaylalar eşliğinde gittik Kars’a. Kurban Bayramı da geçtiği için hayvanlar yoktu ama uçsuz bucaksız dağ yaylalarının havasını koklamak güzeldi. Tek şeritin etkisinden dolayı yol hem sakin hem de güzeldi.
Kars merkez zaten küçük ve hemen bir günde turlayabileceğiniz bir yer. Biz de öyle yaptık ve Ani’ye gittik. Gittiğime o kadar değdi ki tadı hala damağımda. Çocuklar olmasa veya yorulmasalardı rahat 4-5 saatimi harabelerin içerisinde dolaşarak geçirebilirdim. Kars’tan dönüşte de aynı yolu kullandım ama bu defa daha önce belgesellerde gördüğüm, Boğatepe’deki peynir müzesine uğradık. Peynirlerin henüz açılmadığı bir zamana geldiğimizden tadamadık ama köydeki müze çok iyi hazırlanmıştı, onu dolaştık.
🌤️ Erzurum → Mardin → Urfa → Maraş → İstanbul
Meryem ilkokula başlayacaktı ve okulların açılmasına az kalmıştı, biraz da mecburen dönüşü planlamaya başladım. İstanbul’a direk gitmek istemiyordum yolun uzunluğundan dolayı o yüzden Maraş’a uğramalı bir tur ile yavaş yavaş dönelim istedim. Ani gibi hayalini kurduğum bir başka yer de Mardin’di. Mardin’den Urfa Göbeklitepe’ye uğrar, Maraş’a geçer, birkaç gün dinlendikten sonra İstanbul’a döneriz diye planladım. Öyle de yaptık.
Erzurum’da ortalama 20-25 derece sıcaklıklarda yazı geçirdik geçirmesine ama aşağı indikçe sıcaklık da hızla artmaya başladı. Diyarbakır’dan geçerken sıcaklık 42 dereceydi. Çok geç olmadan Mardin’e ulaşmak istediğimden dolayı Diyarbakır’da duramadık. Akşam olmasına rağmen Mardin’e ulaştığımızda bizi 43 derece sıcaklık karşıladı. İki gece kalmayı planlamıştım, gündüz çalıştıktan sonra ikindi sonrası gezeriz diye düşündüm ama sıcaklık bir türlü düşmedi. Neyse ki Eski Mardin’de kalıyorduk, o yüzden en azından oraları dolaşabildik. Daha gidemediğim birçok yeri olsa da Eski Mardin’i görmek güzeldi. Sabah herkes uyurken çıkıp eski sokaklarda kaybolmak ve çocuklar uyuduktan sonra geceleri Mezopotamya ovasının ışıklarını izlemek harikaydı. Tam orada, binlerce yıllık sokakların arasında Lübnan’dayım diyebilirdim ama ispat edemezdim.
Yola devam etmemiz gerekiyordu ve Urfa’da görmek istediğim iki yer vardı. Göbeklitepe ve Şanlıurfa Müzesi. İkisi de çok güzeldi. Göbeklitepe’de de öğle sıcağına kaldık maalesef ama müzeyi görmeseydim gerçekten üzülürdüm. Hayatımda gördüğüm en güzel müzeydi. Semra ile çocuklar sıcaktan bayıldılar, arabada uyumak istedikleri için ben tek gezdim, vaktim olsaydı akşama kadar çıkmazdım. Gerçekten harikaydı.
Gelmişken Balıklıgöl’e de bakalım dedik ama sıcaklık bizi öyle perişan etti ki arabayı park ettiğimiz yerden göle varmak çileydi benim için. Daha görmeden öyle bir halde Hatice kucağımda yürüyordum ki bir ara Semra’ya “geldik ama görmek zorunda mıyız hadi dönelim” bile dedim daha 10-15 metre kalmışken. Mardin dahil Urfa ve Diyarbakır kesinlikle kışın gidilmesi gereken yerler, en azından benim için. Nasip olursa başka zamanlarda ve normal sıcaklıklar altında Güney Doğu’yu hakkını vererek gezmek istiyorum.
Sıcaktan bunaldıkça yola devam ettik. Erzurum’a yola çıktıktan tam iki ay sonra artık Maraş’taydık ve okullar açılacağı için çok vaktimiz kalmadığından birkaç gün sonra İstanbul’a döndük.
🥘 Yemek
Erzurum’da bulduğum her fırsatta umarsızcasına cağ yedim. Hatta gittiğimizin ilk haftasında akrabalarla toplaşıp evin tandırında kendimiz yaptık. Dışarıda yediğim en güzel cağ ise Erzurum merkezdeki Şenyurt Cağ Kebap’taydı. Sanayinin içindeydi ve mükemmeldi. Köyde sağolsun kayınvalidem ara sıra tandırda lavaş ekmek yaptı, ben de gidip sıcak sıcak tereyağı sürerek yedim.
Kars’ta kaz etinin tadına baktık. Yağlı ve çok lezzetliydi. Merkezdeki Kaz Evi’ne uğradık. Daha esnaf tarzı bir yer arasam da bulamadım. Azeri çorbası Piti ve diğer yöresel yemeklerden de aldık onlar da güzeldi.
Mardin’de kebap ve yöresel yemekler yedik. Kebapları gerçekten harikaydı. Sultan Sofrası ismindeki lokantada Mardin Tabağı dedikleri bir yemek de aldık. İçerisinde azar azar yöresel yemeklerden vardı ve güzeldi.
Urfa’da ise tavsiye üzerine gittiğimiz, Balıklıgöl’e çok yakın bir yerde ciğer yedik. Ayranla birlikte o sıcakta çok iyi gitti. Ciğeri şişte çok sevmiyorum ama yerinde yemek gerekirmiş, önceki yediklerimden çok farklıydı.
🎸 Müzik
Gittiğim bir yerin kadim müziklerini dinlemek kadar zevk aldığım çok az şey var. Erzurum’da neredeyse tamamen Ermeni şarkılar dinledim. Yenisinden eskisine, ne varsa. O yolları giderken bana kattıkları gerçekten inanılmazdı. Arto Tunçboyacıyan’ı dinledim en çok. Dönüp dolaşıp hem Spotify’ın oluşturduğu This is Arto Tunçboyacıyan listesini hem de Sound of Our Life, Pt.1: Natural Seeds albümünü dinledim.
Sound of Our Life albümü tek bir parça gibi. Her defasında baştan sona dinlememin sebebi biraz da bu. Şarkı isimlerine sırasıyla bakarsanız aslında bir hikaye anlattığını da görebilirsiniz.
Arto’dan özel olarak iki şarkıyı seçmem gerekseydi onlar da bunlar olurdu: Life Without Wife ve Life Is Deeper Then What You Think. İkisi de tam bir yol şarkısı.
Yolculuk haricinde Spotify’da bu yıl en çok dinlediğim şarkılar listesi buydu.
Mutlak kötü ve mutlak iyiden bahsedemeyeceğimiz, izleyicilerin beklediği formatta bir sonu olmayan, izledikten sonra seni duygularınla ve kendinle başbaşa bırakan filmlere ayrı bir hayranlığım var. Bu öyle bir film. Yazarı ve yönetmeni bir kısa film efsanesi olan Six Shooter’dan tanıyorum: Martin McDonagh. Bambaşka bir kafası var bu adamın.
Üçüncü sezonu kalmıştı izlemediğim onu izledim. Eski bölümlerin tadı yoktu ama izlemiş oldum, idare ederdi. Bir yerde okumadım ama dördüncü sezonu çıkacaksa piyasaya sanırım Chapo ile ilgili olacak ve son sezon olacak, öyle hissediyorum.
📖 Kitap
Çok fazla şey okudum ama kitap değil. Geçen sene olduğu gibi az kitap okudum, önümüzdeki yıl nasip olursa eski performansıma dönmeyi arzuluyorum. Birkaç yarım kalan ve önceden okuyup da biraz karıştırdıklarım haricinde bu yıl başlayıp da bitirdiğim kitaplar bunlar:
Katmandu'ya Yol Arkadaşı Aranıyor, Abdullah Kibritçi. (Abdullah ile 5 yıl birlikte çalıştık. Beraber yurtdışına hiç çıkmadık ama bu kitapta anlattığı bütün hikayelere bir şekilde şahitlik ettim. Yola özlem duyanlara kitabı tavsiye ederim.)
🙏 Teşekkürler
İyi kötü, çok şükür kazasız belasız bir yıl daha geçti gitti. Allah ömür verirse gelecek yılın sağlıklı, bereketli, huzurlu, mutlu ve bol kazançlı bir yıl olmasını dilerim hepimiz için. Bana bir şekilde faydası olan, uzaktan yakından, tanıdığım tanımadığım herkese ayrıca teşekkür ederim.
Diyelim ki çalıştığınız şirketin CEO'su veya bir takımında yer aldığınız ürünün yöneticisi (product owner) size bir gün geldi ve içini döktü: "Atom fiziği de projeyi toparlamak için kurduğumuz geleneksel iş departmanları da yerin dibine batsın. Test edilmemiş içgüdülere karşı daha gaddar, daha insafsız olacağım. Onun için işe yaramaz, eskimiş, kanıtlanmamış yaklaşımlara da lanet olsun. Bundan sonra itliği, hergeleliği, fonksiyonel işbirlikçi ekipler kurmayı, fikirleri hızlıca test etmeyi, hangi fikrin değerli olup hangisinden hızlıca vazgeçmeyi, kanıtlanmamış yaklaşımları veri odaklı alternatiflerle değiştirmeyi ve en önemlisi büyümeyi (growth) önemseyeceğim. Bundan sonra iş sende, büyüme toplantılarını ürün yöneticisi olarak normalde benim düzenlemem gerekiyor ama bu yetkiyi sana verebilirim, benim adıma sen idare edeceksin." Dedi ve odadan ayrıldı.
Öylece kalakaldınız birkaç saniyeliğine ama ne yapmanız gerektiğini de biliyorsunuz. Büyüme konusunu okudunuz daha önce, araştırdınız çünkü ve zihninizde şimşekler çakmaya başladı. Ama şunu da biliyorsunuz ki büyüme bir sihirli değnek değil, bir sosyal medya pazarlaması zaten değil ve tek başına yürütülmesi oldukça zor. O yüzden işbirlikçi bir ekibe ihtiyacınız var.
Artık ürün sahibi veya yöneticisi büyüme yönetimi yetkisini size verdiğine göre veri, ürün, yazılım ve pazarlama ekiplerinden kişileri büyüme takımına dahil ederek çalışmaya başlayabilirsiniz. (Normal şartlar altında yazılım geliştirme tarafından da kişilerin büyüme ekibine katılması tavsiye edilir ama mümkün olmayan durumlarda onlarla yakın çalışan ürün ekibi bu açığı kapattığı için yazılımcıların katılması olmazsa olmaz değildir.) Ürün sahibinin veya yöneticisinin görev vermesiyle kurulan büyüme takımının her üyesi neden böyle bir sürece girdiğinizi çok iyi bilmeli ve anlamalıdır. Bu nedenle yolun en başında, yani büyümenin ilk toplantısında, birlikte neler yapacağınızı onlara iyi anlatmalısınız.
Devam eden satırlarda göreceğiniz üzere büyüme yolculuğunun en başında yapmanız gerekenleri kendi tecrübelerime dayanarak anlatmak istiyorum. İşbu tecrübeler, TRT'nin toplamda 5 milyondan fazla indirmeye sahip mobil uygulamalarından TRT İzle, TRT Dinle ve TRT Bil Bakalım ekipleri bünyesinde kurulan üç ayrı büyüme takımının kuruluş ve toplantı aşamalarında yaşanmıştır.
Büyümenin ilk toplantısı
Veri, ürün ve pazarlama departmanlarından seçilmiş üyelerin yer aldığı takım kurulduktan sonra yapılan ilk toplantıya başlangıç toplantısı diyoruz. Bu toplantıda neler konuşulacağını sırayla şu üç ana başlıkta toplayabiliriz:
Büyüme kurallarının ve adımlarının anlatılması. Bunu sözlü olarak da yapabilirsiniz ama tavsiyem, anlatacağınız konuyu daha derli toplu aktarabileceğiniz bir sunum yapmanız.
Haftalık toplantılarda hangi gündemlerin konuşulacağına rehberlik etmesi amacıyla kullanılacak toplantı dokümanın paylaşılması.
Yine haftalık toplantılarda kullanılacak Kanban tablosunun paylaşılması ve nasıl kullanılacağına rehberlik edilmesi. Örnek olarak açılmış kartların incelenmesi. Katılımcıların bundan sonra backlog listesine fikirler eklemesinin istenmesi.
Gelin bu üç ana başlığın detaylarına dalalım biraz.
1. Başlangıç sunumu
Hazırladığım başlangıç sunumunu sadece paylaşıp geçmektense sunum esnasında faydanıza olabilecek notlarımdan bazılarından sunumdan birkaç sayfa eşliğinde kısaca bahsetmek istiyorum. Yazının sonunda da paylaşacağım bu sunuma buradan siz de ulaşabilir ve isterseniz kullanabilirsiniz.
İlk toplantıda konuşacağımız konular bunlar. Önce kısaca büyümenin ne olduğundan ve ne olmadığından bahsetmeliyiz. Neden böyle sürece girdik ve bu takımı oluşturduk sorularına cevaplar aramalı; büyümenin adımlarından ve toplantılarının nasıl olacağından konuşmalıyız.
Büyümenin ne olduğunu konuşurken sözü dönüp dolaştırıp getirdiğim yer hep veri oluyor. Öyle olmalı çünkü veriye bakılmadan çıkılan her yol fenersiz ve kişisel içgüdülerle gidiliyor. Halbuki işin her noktasında verinin ne söylediğine bakmak büyüme için de bir kaldıraç. Klişe olacak ama veri önemli.
Ne olmadığını konuşurken de bunun bir takım işi olduğunu, bir kurtarıcının gelmeyeceğini ve bir sosyal medya balonu olmadığını ısrarla söylüyorum. Çünkü bence bu bir hack (kuralları ihlal ederek kırmak) değil, şifresini çözmek. "Hacking Growth" kitabıyla bu konuda yolumu aydınlatan Sean Ellis de aynı şekilde düşünüyor.
Büyüme için bir başarıyı konuşacaksak bunun büyük adımlarla değil, zamanla ve hızla yapılan testlerden çıkan küçük kazançların ve öğrenmelerden meydana geldiğini bilmemiz gerekiyor. Buradaki öğrenmeler önemli çünkü yaptığınız testlerden çıkan sonuçlardan olumlu veya olumsuz bir şeyler öğrenmeniz olmazsa olmaz. Size ve ürüne kattığı ne oldu bu testin? Ne keşfettiniz? İlginç bir sonuç çıktı mı? Bir tehlike gördünüz mü? Kullanıcılarınız o butonu tıkladıktan sonra gerçekten nereye gitmek istiyormuş?.. Soruları çoğaltmak mümkün.
Bir başka önemli konu da takımı oluşturan üyelerin kendi takımlarında yer alan ayrı backlog listeleri veya gündemleri. Büyüme, ürün hakkında yapılacak tüm geliştirmeleri, iyileştirmeleri, testleri bu takımın özelinde yapmayı tavsiye ettiğine göre öncelikli backlog listesinin de burası olması gerekiyor. Örneğin ürün ekibi kendi içinde bir backlog listesini takip edip büyümenin backlog listesini geliştirmek için katkı sağlamıyorsa testlerde tökezlemeler ve tıkanmalar meydana gelebilir. Ürün ekibinin geliştirmeyi düşündüğü o özellik gerçekten öncelikli bir özellik mi? Bırakalım buna veri odaklı çalışan, ürün yöneticisinin görevlendirdiği büyüme takımı karar versin. Büyüme neydi? Büyüme emekti, büyüme önceliklendirmeydi.
Büyümenin önemli ve kritik kurallarından biri test aşamalarını belli bir döngü halinde sürdürmek. Bu döngü nedir kısaca bakalım.
1.Adım → Analiz
Bir teste çıkabilmeniz için cevabını aradığınız ve fırsatları keşfetmeye çalıştınız sorularınız olmalı. Mesela uygulamanıza gelen düzenli ve düzensiz kullanıcıların davranışını nasıl? Bu kullanıcıların belli bir özelliği var mı? Hangi olaylar kullanıcıların uygulamanızı terk etmesine neden oldu?.. gibi sorularla uygulamanızı veya ürününüzü didik didik etmelisiniz. Burada elbette veri takımından kişilere daha çok iş düşüyor -ürün içerisindeki kullanıcı davranışı hareketlerini onlar tuttuğundan dolayı- ama ürün için çalışan herkesin aklında merak ettiği bazı sorular olmalı.
2.Adım → Fikir üretme
İyi bir fikre sahip olmanın yolu gerçekten de pek çok fikre sahip olmaktan geçiyor. Takım üyeleri bunu net olarak anlamalı ki fikir üretimi konusunda kendilerine ket vurmasınlar. O yüzden işin bu aşamasında hayal gücünü sınırlamak ve kendine sansür uygulamayı kesinlikle istemiyoruz. Absürd de olsa saçma da olsa o fikir yazılmalı ki içinden değerli şeyler keşfedebileceğimiz fırsatlar ortaya çıksın. Birine absürd gelen bir fikrin başkasının zihninde ufuk açıcı bir kıvılcıma denk geldiğinde neler olacağını hayal bile edemezsiniz.
Buradaki kuralsa ürettiğiniz fikrin bir hipotezi olması gerekliliği. Bu fikri test ederken neyi tahmin ediyorsunuz? Ne öğrenmek ve nereye varmak istemektesiniz? O yüzden her fikrin anlaşılır şekilde yazılmış bir başlığı, açıklaması ve hangi metriğe etki edeceğini düşündüğünüz bir ölçüm metriği olmalı.
3.Adım → Fikirleri önceliklendirme
Fikirleri yazdık, onlarca belki yüzlerce fikrimiz var artık elimizde ama hangisini neye göre seçeceğiz ve önceliklendireceğiz? Burada bize yardımcı olacak bir puanlama sistemi kullanıyoruz. ICE puanı. Impact, Confidence ve Ease. Yani etki, güven ve kolaylık puanı. Fikir üretimi sürecinde fikrin hipotezi kurulurken bu puanlamanın da yapılmasını istiyoruz ki test için rahat seçebilelim. Her biri en fazla 10'ar puana, toplam en fazla 30 puana sahip olacak ICE meselesini biraz açalım.
Impact:Yazdığınız fikrin ölçmek istediğiniz metriğe etkisi sizce nasıl olacak? Etkili olacağını düşünüyorsanız puanınızı 10'a yaklaştırmalı, belki de 10 demelisiniz, bu size kalmış.
Confidence: Peki bu etki değerine hipotezi kuran kişi olarak siz ne kadar güveniyorsunuz? Kurduğunuz hipotezin etkili olduğunu düşünüyorsunuz ama çok da güvenemiyorsanız o zaman düşük puan verebilirsiniz. Veya evet etkili olacak göreceksiniz diyorsanız etki değerinde olduğu gibi yüksek puan verebilirsiniz.
Ease: Fikriniz test edilmeye ne kadar müsait? Yani kısa zamanda olabilecek, zaman ve insan maliyeti yüksek olmayacak şekilde yapılabilecek mi? Veya bir geliştirmeye mi ihtiyaç duyulacak ürün tarafında? Veri ve ürün tarafında kolaydır belki ama içerik üretimi konusunda bilemediğiniz zor bir durum olabilir, o zaman buraya düşük puan vermelisiniz. Yok hayır, oldukça kolay yapılacak ve fazla da maliyeti yoksa bu değer yüksek puanı hakedebilir.
Diyelim ki etki değeri 7, güven değeri 8, kolaylık değeri de 2 olan bir fikir ürettiniz. Bunun toplam puanı 17 olacak ve fikirler sıralamasında buna göre yer alacak.
Bu aşamada bu skorun göreceli olduğunu, mükemmel olması gerekmediğini bilmelisiniz. Zaten haftalık toplantılarda zaman zaman backlog listenizi gözden geçireceğiniz için puanlamayı dilediğiniz anda güncelleyebilirsiniz. ICE puanı sadece fikirler içinden rahat seçim yapabilmenizi sağlayan bir kolaylık aracından başka bir şey değil.
4.Adım → Fikirleri test etme
Belirlediğiniz test fikri neyse artık çalışma zamanı. O butonu kırmızı değil de yeşil mi deneyeceksiniz belli bir süre? Veya anasayfadaki içerik listesine kullanıcıların daha da dikkatini çekecek kişiselleştirilmiş bir tavsiye listesi mi ekleseniz?.. Buna takım olarak seçtiğiniz test fikri karar verecek. Bu test için çalışacak üyelerin çalışmadan hemen önce belirlenmesi gerekiyor. Test fikrini ortaya atan kişi testte çalışacak diye bir zorunluluk yok. Herkes istediği zaman istediği test fikrine destek çıkabilir. Fikir ister kendinin olsun ister başkasının, hiç önemli değil. Önemli olan teste çalışılması.
5.Adım → İlk adıma geri dönüş, testi analiz etme ve çıkan öğrenmeleri raporlama
Geldik sona ve aslında ilk adıma. Testiniz sonuçlandı ve bazı değerler edindiniz bu süreçte. Etkili bir fırsat keşfetmiş de olabilirsiniz, hiç etkisi olmayan bir durum da meydana çıkmış olabilir. Önemli olan bu testinizi analiz etmeniz ve çıktılarından öğrendiklerinizi takım üyeleriyle paylaşmanız. Gönderdiğiniz o mobil bildirimin açma ve dönüşüm oranını sonraki testlerinizde öğrenilmiş bir çıktı olarak kullanacaksınız belki. Şimdi olmasa da, belki siz artık bu takımın üyesi olmasanız bile dokümante ettiğiniz çıktılar başka kişilerin Amerika'yı tekrar keşfetmesine ihtiyaç bırakmayacak. Çünkü siz o testi hallettiniz. Veya o testi başka bir zaman aralığında tekrar deneyeceksiniz. Bu tamamen size kalmış. İlk adıma geri döndüğümüze göre şimdi ikinci adıma tekrar gitme vakti, durmayın hızla başka bir teste geçin.
2. Büyüme toplantıları ve toplantı dokümanı örneği
Haftada bir gün olacak şekilde planlamanız gereken toplantıların asıl amacı belirlenen fikirlere odaklanmak ve test planı üzerine anlaşmak olmalı, bir zihin jimnastiği toplantısı haline dönüşmemeli. O yüzden belli bir sürede bitirmelisiniz. Dağılmamak adına bir saatte bitirmenizi tavsiye ederim.
Bu bir saati de dörde bölmek durumundasınız. Buradaki doküman örneğinde görebileceğiniz üzere 1) Metriklerin değerlendirilmesi 2) Önceki haftanın testlerinin değerlendirilmesi 3) Biten ve analizi hazırlanan testlerden çıkan öğrenmeler 4) Bu hafta için seçilmiş testleri 15'er dakika konuşmalısınız.
Metriklerin değerlendirilmesi kısmı ürün ekibinin takip ettiği ve veri ekibinin hazırladığı bir rapor arayüzünden tutun uygulama marketi puanına, kullanıcı yorumlarından rakiplerin bir haftada neler yaptığına, arama sonuçlarından özel günlere kadar geniş bir yelpazeden oluşur. Bunun sebebi de büyüme odaklı olarak çalışabilecek bir test keşfedilebilir mi veya yaptığınız testlerin sonuçları ne gibi çıktılar üretti gibi sorulara cevap aramaktır.
Toplantınızın son birkaç dakikasında takım üyelerinden, geçtiğimiz bir hafta hakkında yapılan işler haricinde fikirlerini almanız motivasyon açısından faydalı olacaktır. Sonuçta farklı ekiplerden gelip bir takım oluşturduk, aynı zamanda geldiğimiz ekipteki işlere de devam ediyoruz. Ama bu bir haftalık çalışma sürecinde takımda bir iletişim problemi yaşandı mı? Test süreçlerinde yolunda gitmeyen bir şeyler var mıydı? Bir engel çıktı mı? Birlikte çalışırken iyi olan hangi olaylarla karşılaştınız?.. gibi tipik bir sprint resporektifi takımınız ve olası problemleri aşmanız için oldukça önemli. Aksatmadan yapılmasını özellikle tavsiye ederim.
3. Toplantılarda kullanılacak Kanban tablosu
Toplantılarınızı yönetirken ve takım arkadaşlarınızla fikirlerinizi hazırlarken bir tabloya ihtiyaç duyacaksınız. Bunun için bir Kanban tablosu hazırlayacağınız herhangi bir aracı kullanabilirsiniz.
Her fikrin anlamlı bir başlığı, kurulmuş bir hipotezi, ölçmeyi hedeflediği belirlenmiş bir hedefi, puanlaması ve bir büyüme kaldıracı olmalı. Bu kaldıraçlar, yani yapacağınız testin kullanıcı davranışı bakımından sizin tarafınızda neye denk geldiğini belirmekten ibaret. Testinizde neyi hedefliyorsunuz? Kullanıcı edinimini mi? (Acquisition). Kullanıcının sizinle etkileşime geçmesini mi? (Activation). Geri dönmesini mi? (Retention). İçeriğinizi tüketmesini mi? (Revenue). Başkalarına da tavsiye edip onları da getirmesini mi? (Referral).
Büyümenin haftalık toplantıları
Büyümenin ne olduğunu konuştuğunuz, neden bu sürece girdiğinizi anlattığınız, Kanban tablonunuzla birlikte toplantı dokümanını takımınızla paylaştığınız başlangıç toplantısını düzenlediğinize göre artık ısınma turlarına geçme vakti. İlk toplantıda zihinlerde bir soru işaretinin kalmadığında ikna olduysanız takım üyelerinin bu sürece alışmaları için onlara biraz zaman tanımamız gerekiyor. İlk toplantıdan sonraki toplantı ve arada geçen bir haftalık süre kısmen yeterli olabiliyor ama ihtiyaç varsa üçüncü toplantıya kadar olan süreyi de ısınma için kullanabilirsiniz. O yüzden ikinci toplantıyı bir backlog düzenleme oturumu olarak planlayabilirsiniz. İlk toplantıdan sonra üyelerin Kanban tablosuna yazdığı fikirlerin bu toplantıda üzerinden geçebilir; hipotezlerin kurulmasına, önceliklendirme puanlamalarının yapılmasına destek verebilirsiniz.
Fikir üretimi veya büyüme taktikleri bulma konusunda zorluk yaşandığını düşünüyorsanız büyüme toplantılarından bağımsız bir zihin jimnastiği oturumunda fikirleri uçuşturabilir, backlog listenizi bu sayede doldurabilirsiniz. Tabii bu fikir jimnastiği oturumunun belli bir zamanlaması ve sınırı yok, istediğiniz zaman istediğiniz kadar düzenleyebilirsiniz. Büyüme fikri konusunda ilham alabileceğiniz örneklerini aramakla da fikirlerinizi genişleyebilirsiniz. Google'da "growth tactics" olarak arama yaptığınızda yüzlerce örnek bulabilirsiniz. Sean Ellis'in öncüsü olduğu growthhackers.com web sitesi de bu konuda size yardımcı olabilir, takip etmenizde fayda var. Bunun haricinde büyüme odaklı yayınlar yapan kişileri, konferansları ve grupları bulabilirsiniz.
Tahmini üç veya dördüncü toplantıda artık backlog listesinde duran bir veya birkaç test fikrini denemeye hazır olabilirsiniz. Hiç beklemeden yapılacaklar (to-do) ve çalışılıyor (in-progress) listelerini backlog listesinden seçtiğiniz test fikirleriyle doldurmanın vakti geldi. Artık geriye her hafta metriklerini analiz ettiğiniz, fırsatlarla birlikte belki tehditleri keşfettiğiniz fikirlerin hızla test edilmesi ve bunun sonucunda büyüme sürecinden öğrendiğiniz veri odaklı öngörüleri ürününüze uygulamak kalıyor.
Tebrik ederim, büyüme ve veri odaklı çalışan nur topu gibi işbirlikçi bir takımınız oldu. Büyüme takımınızın bahtı açık, katılımcıları enerji dolu ve öğrenmeye hevesli, ortaya çıkardığınız öngörüler bereketli ve yeni test fikirleriniz hayırlı olsun.
Dokümanlar
Yazıda konusu geçen dokümanlara aşağıdan ulaşabilir, çalışmanızda kullanabilirsiniz:
Büyüme konusuna çalışırken ve TRT'nin İzle, Dinle, Bil Bakalım mobil uygulamalarının büyüme toplantılarını yönetirken katkılarını benden esirgemeyen Necmettin Çarkacı ve TRT Data Takımı'ndaki çalışma arkadaşlarıma çok teşekkür ederim.
Veri görselleştirmeye bir tanım bulmak ve onu tanımlamak aslında basittir: Bilgi iletişimini sağlamak için görsel ögeler barındıran verileri temsil eder. Ama bu basit tanımda bile asıl ve kritik olanı gözümüzden kaçırabiliyoruz: Bilgi iletişimine neden ihtiyacımız olsun ki?
Tabii ki anlamak ve anlatmak için.
Verileri neden görselleştiriyoruz?
Detaylara dalmadan önce farklı endüstrilerin veya iş alanlarının (business, domain) veri görselleştirmeyi çeşitli amaçlarla kullanabileceklerini bilmemiz gerekiyor. Ve görselleştirme yapan tasarımcıların farklı amaçları olabileceğinin de. Örneğin bu amaçlar arasında yönetici kararına yol göstermek için veriden öngörüler çıkarmak ve bir arayüz hazırlamak (dashboard), hikaye anlatarak toplumsal bir konuya değinmek veya anlamlı bilgiyi göz ardı etmek pahasına da olsa sanat yapmak yer alabilir. Ama her ne amaçla yapılırsa yapılsın veri görselleştirmenin vardığı yol anlamaya ve anlatmaya çıkar.
Anlamak
Biraz klişe olacak ama "bir görsel bin kelimeden efdaldir" sözü herhangi bir içeriği tüketen biz insanlar için çok anlaşılır bir durum. Çünkü beynimiz bin kelimenin özeti olabilecek bir görseli bin kelimeye tercih edecek şekilde çalışır. İster internette karşınıza çıkan bir haberi okuyun, isterse önünüze gelen bir yönetici özeti raporunu. Anlatımı güçlü olan bir görsel, kelimelerden daha çok şey anlatabilme gücüne ve imkanına sahiptir.
Veri bilimcileri, üzerinde çalıştığı ham verinin ne olduğunu öğrenmek ve doğru soruları sorabilmek için zamanlarının belki de yüzde 80'ini veriyi temizlemeye ve anlamaya ayırır. Doğru cevaplara ulaşmak için de doğru soruları sormak gerekir. Tanımlayıcı (descriptive) ve tahmine dayalı (predictive) keşifsel veri analizi doğru sorular sormamızda bize yardımcı olur. Veri yapısı nasıl tasarlanmış? Aykırı değerler var mı? Olağandışı gruplar nasıl? Eğilimleri ve kümeleri belirleyebiliyor muyuz? Örüntüler tespit edilebiliyor mu? Veri tiplerini bozan ve temizlenmesi gereken girdiler var mı? Model çıktımız ne durumda? ... gibi sorular veri kaynağını anlamak için sorulur. Bunların cevaplarını bulmak için de veriler basit de olsa görselleştirilir. Anlamak için görselleştirilen veri, artık anlatmak için kullanılmaya hazırdır.
Anlatmak
Hangi iş alanında olursanız olun, hangi amaçla kullanırsanız kullanın, yapmak istediğiniz şey veriden keşfettiğiniz herhangi bir şeyi anlatmaksa, bunun adı bilgi iletişimidir. Bilgi iletişimi, anlamsız gibi görünen ve herkesin tek bakışta anlamlandıramadığı veri yığınlarını anlamlı birer bilgiye dönüştürerek muhatabına aktarmaktır. Bir hikaye üzerine kurguladığınız ve görselleştirdiğiniz veriyle belki bir içerik tüketicisini etkileyecek, belki yöneticinizin karar alma aşamalarına katkıda bulunacak, belki de ortak bir iş üzerinde çalıştığınız paydaşların daha verimli olmasını sağlayacaksınız. Bu, bir veri hikayesi anlatıcısı veya bir bilgi iletişimcisi olarak tamamen size kalmış. Ham veriyi yoğurarak ortaya çıkardığınız güçlü bir veri görselleştirme sizi iyi bir hikaye anlatıcısına dönüştürebilir. Çünkü veri görselleştirmede amacınız bir hikaye anlatmak olmalıdır. Hikayenin de aslı bilgi iletişimidir. Yığınlar içindeki ham verinin dilinden ancak siz anlayabilir ve muhataplarına ancak siz anlatabilirsiniz.
Veri görselleştirmenin 5 temel prensibi
Her disiplinde olduğu gibi veri görselleştirmede de kulağımızda küpe olması gereken bazı prensipler var. Bu prensipler kurgulamak istediğiniz hikayenin temel parçalarıdır aynı zamanda.
Hedef kitlenizi iyi belirleyin
Her şeyden önce görselleştirmenizin kim veya kimler tarafından tüketileceğini veya kullanılacağını iyi bilmeniz gerekir. Etkilemeyi hedeflediğniz kim? Bir yönetici mi, internet okuyucusu mu, basılı dergi abonesi mi veya birlikte çalıştığınız iş paydaşları mı? Belki iş paydaşlarınız hazırladığınız rapor arayüzünde saatlerini geçirebilir ama yöneticinizin o kadar vakti var mı? Belki ancak bir dakika bakabileceği rapor arayüzünde sizce neye odaklanmalısınız? Hedef kitlenizi iyi belirlemek görselleştirdiğiniz verideki hikayenin amacına ulaşıp ulaşmayacağının da kritik eşiğidir.
Doğru anlatın
Doğruyu anlatmak en büyük amacımız ama doğruyu da doğru anlatmak önceliklerimiz arasında olmalı. Veri konusu kadar manipülasyona açık başka bir konu var mıdır bilmiyorum ama emin olun her gün aslında yalan söyleyen yüzlerce veri görseliyle karşılaşmamız günümüz dijital çağında hiç olmadığı kadar kolaylaşmış durumda. Bilinçli manipülasyon için hazırlanmamış olsa bile görselleştirme kurallarının yanlış kullanımı anlatımın doğruluğuna zarar verebilir. Basit bir çubuk grafiğin sıfır noktasından değil de başka ölçeklerden başlatılması buna örnek olabilir. Aşağıda, soldaki grafikte sıfırdan başlamayan iki değer arasında büyük bir uçurum varmış gibi düşünebiliriz belki ama doğru olan sağdaki grafikte durum çok da vahim değil gibi duruyor.
Önemli olanı vurgulayın
Sizden önemli bir karar öncesi öngörü bekleyen yöneticinizin sizce görselleştirdiğiniz veriyle saatler geçirebilme gibi bir şansı olabilir mi? Veya anlatmak istediğiniz hikayeyi muhatabınızın bir çırpıda anlamasını istemez misiniz? Öyleyse önemli olanı vurgulayın. Dikkat dağıtıcı diğer bütün detayları göz önünden kaldırın ve ortalığı toparlayın.
Aylara göre devam eden bir karşılaştırmayı anlatmayı hedefleyen yukarıdaki grafikte görünürde problem yok gibi. Ama burada önemli olan ne? İlk anda neye odaklanmam lazım? Bana aslında ne anlatıyor? Bir karşılaştırma yapmam gerektiğini fısıldıyor sanki grafik bana ama tam duyamıyorum.
Aynı veriyi kullanarak hazırlanmış ve yine bana iki değerin karşılaştırmasını sunan bu grafik daha temiz ve anlaşılır değil mi? Önemli olanı vurgulamıyor mu? Kesinlikle evet. Doğru olan da bu.
Görsel ögeleri doğru kullanın
Anlatmayı istediğiniz hikaye için hangi grafiğin veya rengin daha uygun olduğunu bilmek ve görselinizi doğru kurgulamak hikayenizin etkili olmasını sağlar. Görsel ögeleri doğru kullanmak da görselin muhatabıyla olan iletişimini kuvvetlendirir.
Yukarıdaki örnekte anket düzenleyicisi muhtemel bir etkiyi ölçmek istemiş. Bir çalıştay sonucu belki de insanların öncesinde ve sonrasında neler hissettiğinin değişimini anlatmaya çabalamış. Grafikte bir yanlışlık olmayabilir ama seçilen grafik gerçekten doğru mu? Anlatılmak istenen etkiyi net olarak ifade edebiliyor mu? Pasta dilimlerindeki değişim rahat çözülebiliyor mu? Pek sayılmaz.
Anlatılmak istenen etkiye göre seçilen çubuk grafik ise daha doğru bir kullanım sunabiliyor burada bize. Bunun sebebi de önceki ve sonraki değerlerin yan yana durması, artışı veya azalışı yani değişimi çok fazla kafa yormadan hemen görebilmemiz. Kullanılan grafikler yanlış olmasa da yöntem itibarıyla yanlış kullanıldığınızda hikayeniz zarar görebilir.
Bağlamı koparmayın ve işlevsellikten uzaklaşmayın
Önemli olanı vurgulamak isterken görselinizi renk paletine çevirmek veya dikkat dağıtıcı unsurları sıkça kullanarak görselinizi iyileştirmeye çalışmak işleri daha da kötüye götürebilir. Bu da sizi hikayenizin bağlamından kopartabilir. Bağlamdan kopmamak için görselinizi olabildiğince işlevsel ve amacına uygun şekilde hazırlamanız gerekir.
Ürün fiyatlarının yıllara göre değişimlerininin ortalamasını yukarıdaki gibi bir çubuk grafikle göstermek hiç de işlevsel gözükmüyor. Ortalama değil de sadece değişimlerine odaklansaydınız bu doğru olabilirdi. Eğer iddianız bu grafiğin ortalamayı da gösterdiğiyse hikayenizin bağlamından kopuk olduğunu söylemek zorundayım.
Tüm ürünlerin ortalamalarını net ifade eden, önemli olanı vurgulayan, renk uyumu iyi tasarlanmış, aynı zamanda ürün fiyatlarının yıllara göre değişimlerini de gösteren yukarıdaki grafik ise oldukça işlevsel ve anlattığı hikayeye oldukça sadık. İşlevsel olduğu kadar şık da. Görselinizi daha şık hale getirmek için yaptığınız fırça darbeleri işlevselliğe zarar veriyorsa bağlamdan kopuyor olabilirsiniz. Bağlam, hikayenizden uzaklaşmamanızı ve dikkatinizi ana hedefinizde toplamanızı sağlar.
Veri görselleştirme nasıl öğrenilir ve geliştirilir?
Bu süreci ben üçe ayırıyorum. Öğrenme, hazırlama ve takip etme. Anlatacağım bu kısım daha çok tavsiye odaklı olacağı için Github'ta hazırladığım ve sürekli güncellediğim bu repo referans kaynağım olacak. Bu üç ana başlık için bir araya getirdiğim linkleri orada toplu olarak bulabilirsiniz.
Uzmanlardan öğrenin
Öğrenmek için kursları ve neyin nasıl kullanıldığını anlatan rehberleri takip edebileceğiniz gibi veri görselleştirme hakkında yazılmış kitapları okumak size bambaşka ufuklar açabilir. Kullanacağınız araçlar farklı olsa da bu disiplinin ana felsefesini ve düşünme yapısını kitaplarla keşfedebilirsiniz.
Veri görselleştirmenin temellerinden olan doğru renk ve grafik kullanımı konusunda hazırlanmış şu rehberleri ayrıca incelemenizde ve sık sık referans almanızda fayda var.
Uzmanların kendi hikayelerini anlattığı deneyimler de en az kitaplar kadar faydalı. Çünkü benim dahil, çoğu kişinin yaşadığı ve yaşayacağı "nereden başlayabilirim acaba" tedirginliği damdan düşen başkalarının deneyimlerini okudukça atılabilecek bir şey. Siz de araştırdıkça karşılaşacaksınız muhtemelen ama şu üç yazıyı özellikle tavsiye ederim.
Öğrenmenin en iyi yolu okuduklarınızı veya gördüklerinizi uygulamaktır. O yüzden kendi görsellerinizi oluşturmalısınız. Bunun için de kodlama bilgisine ihtiyaç duyan ve duymayan araçlar mevcut. Kodlama bilginiz varsa veya başlangıç düzeyinde bile olsa Python, R, JavaScript'teki bazı kütüphanelere çalışarak ve dokümantasyonlarını okuyarak veri görselleştirme yapabilirsiniz. Kodlamayla görselleştirme yapabileceğiniz bazı kütüphaneler şöyle:
Bu araçlar daha çok iş zekası amacıyla şirket içi kullanımlara uygun olsa da özellikle Tableau'nun geniş bir kullanıcı kitlesi ve iyi bir komünitesi bulunuyor. Tableau Public'te birçok uzmanın işlerini inceleyebilirsiniz. Yukarıdaki dört araçtan görselliği en kuvvetli olan da Tableau.
Profesyonelleri takip edin
En az öğrenme süreci ve görselleştirme hazırlama kadar önemli bir başka konuysa profesyonelleri ve yaptıkları işleri takip etmek. Birkaç blog ve komüniteyi buraya bırakıyorum.
Bloglar ve komüniteler bir yana kişileri ben Twitter'dan takip ediyorum. Sadece bunun için oluşturduğum bir Twitter listesi de var. Dilerseniz o listeyi de takibe alabilirsiniz ama kendilerinden oldukça faydalandığım özellikle birkaç kişinin Twitter hesabını paylaşmak isterim.
Konuşulacak çok şey olsa da yazıyı fazla uzatmadan kısaca bahsetmek isteğim şeyleri toparlamaya çalıştım. Olabildiğince geniş kapsamlı tutmamın sebebi de öğrenmek isteyenler, uzmanlar, meraklılar ve sevenlere hitap edebilecek bir içerik oluşturmaktı. Umarım faydalı olmuştur. Yazıda kullandığım görseller Cole Knaflic'in Storytelling with Data kitabına ait. Tavsiye ettiğim linklerin tam listesine ise buradaki repodan ulaşabilirsiniz.
Sizin de tavsiyelerinizi öğrenmek isterim, çekinmeden bana bildirin. Faydalı olduğunu düşünüyorsanız bu yazıyı arkadaşlarınıza, meraklılara ve sevenlere tavsiye etmeyi unutmayın.
Filtre kahveyi ilk içtiğim zamanı tam tarih olarak hatırlamıyorum (5-6 yıl önceydi sanırım) ama yeri çok net hatırlıyorum. Ağaç Ev'in arazisinde. İnşaatın ilk zamanlarında, tahtaların çakılması için birkaç arkadaş Geyve'ye, Selçuk Abi'ye yardıma gitmiştik. Onların arasında Hüsam da vardı. Odun ateşinde kaynattığı suyu kullanarak French Press ile Starbucks'tan aldığı öğütülmüş bir kahveyi demleyip bardağı elime tutuşturduğunda o kadar seveceğimi kesinlikle tahmin etmiyordum. Bu nedir dedim ya, bu kadar harika bir şey olabilir miydi? Tamam amansız bir Türk kahvesi tüketicisi olmadım hiçbir zaman ama bu bambaşkaydı. Zihnimde fişeklerin patladığı zaman o zamandı. Sonra o hızla çalıştığım ofise bir filtre kahve makinesi aldık. Alış o alış, başlayış da o başlayış oldu.
Kahve hakkında okumaya, bir şeyler izlemeye, nedir değildir diye araştırmaya o zamanlar başladım. Bir kere zehri almıştım, artık kurtulamazdım. Çekirdek çeşitleri, aromalar, gövdeler filan derken olayın ucu bucağının olmayacağını artık anlamıştım. Ama iş işten geçmişti. Kendime de bir French Press aldıktan sonra sağolsun Hüsam yine kahve hayatıma bir dokunuş daha yaptı. Bana Bialetti marka orijinal bir Mokapot hediye etti. Filtre kahveden içtiğim lezzet çıktı bu kez iki katına.
Sonra bu böyle olmazdı. Öğütülmüş kahvenin bayatlamasının ister istemez daha kısa sürdüğünü, bir öğütücü edinmek gerektiğini anladım. Tavsiyeler de o yöndeydi zaten. Hario marka bir öğütücü aldım, iki katına çıkan lezzet oldu dört kat. Çık çık bitmeyecekti bu belliydi.
Kahve yaptıkça, el değirmeniyle öğüttükçe aldığım lezzet de çeşitlenince farklı deneyimlere yelken açmaya başladım. Vietnam'dan o yörenin usulünde bir metal filtre ve kahve aldım. Onun da tadı apayrıydı.
Butik kahvecilerde yapılan kahveleri içtikçe yeni yöntemler denemek inanılmaz zevkliydi artık. Espresso türevleri başkaydı ama filtre dünyasının ondan geri kalır tarafı yoktu. Durduramadım kendimi Chemex ve V60 aldım. Chemex biraz narindi, tadı başkaydı ama kırılgandı. Kırıldı da. Tekrar almadım. Bir dönem de onlarla oyalandım.
Tabi ekipmanlar da çeşitlendikçe çekirdekler de çeşitlenmeye başladı. Yeni yerlerden, yeni çekirdekler edinmenin yollarını bulmaya başladım. Aldığım çekirdekler kavrulmuştu ve bir zaman durup düşündüm. Ben bunu çiğ alıp neden kendim kavurmuyordum? İllete bulaşmıştım artık, kaçar yanı yoktu. Aldım da. Bu sene değil ama önceki seneler kavrulmuşla çiğ kahvenin fiyatı tam yarı fiyatına denk geliyordu. Hem uygun oldu bir zaman, hem de uğraşması zevkliydi. Bu sene artık bu fark kalmadı. Ama fırın kullanarak kendi kavurduğum kahve çok daha başka oldu. Taze kavrulmuş gerçekten çok güzel oluyor, hala çiğ kahve denk getirdiğimde alır kavururum.
Son ekipman ile (tabi başka aşklara yelken açmazsam) konuyu bağlayalım artık: Aeropress. Yukarıda saydığım tüm ekipmanlardan daha temiz, daha pratik ve daha güzel kahve içmemi sağlıyor bu alet. Sağolsun onu da Tolgay hediye etmişti.
Bu arada, ev tipi Espresso makinelerine göz kırpmıyor değilim. Dedim ya zehri bir kere aldınız mı kurtulmak zor. İnanılmaz pahalı olanlar da var, bütçeme biraz uygun olanlar da. Aeropress ile şimdilik mutluyum, farklılık olsun diye V60 ve Mokapot ile de ara sıra demliyorum ama uygun bir Espresso makinesi denk getirirsem sanırım affetmeyeceğim.
Günde ne kadar içiyorum?
İlk başlarda daha fazlaydı ama artık abartmıyorum. Günde en fazla iki defa. Onun da biri gündüz çalışırken, biri de (olursa) akşam Semra ile. Her gün aksatmadan içiyorum diyemem, bazen özellikle içmiyorum. Bağımlı olmanın ve yoksunluk yaşamanın manası yok. Ama iyi kahveye kesinlikle hayır demiyorum. Beni diyarlardan diyarlara götürebiliyor.
Hangi çekirdeği seviyorum?
Sanırım bu illetten bu kadar zevk almamın sebebi, kendi yaptığım dahil, her defasında başka bir tat almamdan kaynaklanıyor. Beni en çok çeken de bu, bir içtiğim diğeriyle tıpatıp aynı olmuyor. O yüzden çekirdek çok değiştiriyor her şeyi. Marketlerde satılan öğütülmüş filtre kahvelerden de almışlığım var ama taze kavrulmuş çekirdeğin yerini gerçekten hiçbiri tutmuyor. Taze kavurduğuna inandığım birkaç yerden alıyorum. Genellikle de Eminönü'ndeki toptancılardan. Bu zamana kadar birçok çekirdek denedim ama ekipman seçiminde olduğu gibi bu da kişinin kendi zevkine bağlı. Ben genellikle orta kavrulmuş seviyorum. En çok sevdiğim ilk beşte Peru, Kenya, Honduras, Yemen ve Etiyopya var. Gerisi iyi gün dostu.
Benim her halükarda memnun olduğum bu illete bulaşma hikayem kısaca böyle. Kahve sohbetine hayır demem, haberleşelim içelim bir ara. Hadi afiyet olsun.
Yılı da filmi de çok iyi hatırlıyorum. Eskişehir'e üniversite için gittiğim ilk seneydi, yani 2004. Anadolu Üniversitesi'nin örgün eğitimi de mi varmış ya geyiklerini yeni yeni duyduğum zamanlar. Yeni gelmişim, sancılı geçen ilk aylar sonrası yeni arkadaşlarla sokaklarda fink atıyoruz. Nerede ne yapılır, nerede ne yenir, burada ne varmış, şurası da neymiş böyle derken sinemaları da o zaman gözüme kestirmiştim. Doktorlar Caddesi'nde o zamanlar hatırladığım iki sinema vardı. Arı ve Kılıçoğlu. Hayatımda ilk gittiğim sinema salonu da Arı'nınkiydi. İlk gittiğim film de 2004 yılında piyasaya çıkan G.O.R.A.'ydı. O zamanlar farkında değildim ama açılışı onunla yaptığıma şu an üzgünüm 😂.
Perdeleri nispeten kötü olan Arı’dan ziyade Kılıçoğlu'na daha çok giderdik ama hangi filmleri orada izledim hiç hatırlamıyorum. Tek hatırladığım film, isminden dolayı "aaa İstanbul'la alakalı demek ki hadi girelim" deyip de girdiğimiz Constantine’di. Daha ilk sahnede toprağın altından bulduğu o efsunlu bıçağı alıp yolun karşısına geçen adama arabanın çarptığı sırada korkuyla bağırmam, filmin İstanbul ile alakası olmadığının bir işaretiydi. Nereden bilebilirdim ki şeytanın oğlunun dünyaya geçmeye çalıştığının anlatıldığını 🤦♂️. Korka korka ama zevkle izlediğimi hatırlıyorum.
"My name is Constantine. John Constantine, asshole."
Korkunun k'siyle arası hiç olmayan, ilk ve son izlediği korku filmi Halka olan ben bile hala severim Constantine’i. Aklıma geldikçe de bazı sahnelerine bakarım. Hatta bu yazıyı yazma sebebim de bu film. Geçenlerde Netflix üyeliğimi tekrar aktif etmiştim. Ne var ne yok acaba diye şöyle bir karıştırırken karşıma çıkınca birden anılarım canlandı. İzlerken de dur dedim bir blog karalayayım.
O yıllardan bir film daha hatırlıyorum ama ismi bende yok şu an. Hikayesi var. Arkadaşlarla hadi sinemaya gidelim dediğimiz günlerden bir gündü. Ve haberlerde Kingdom of Heaven'ın sinemalara geldiğini duymuştum. Seanslara bakınırken yer olmadığını görmüş, ya gelmişken bari başka birine girelim demiştik. İnternet filan yok tabi, filmin sadece afişine bakıp, oradan anladığımız kadarıyla güzel olup olmadığına karar verip seçiyoruz. Aslında şu an bunun ne kadar güzel bir his olduğunu düşünüyorum da tadı bambaşka bir şeymiş. Neyse, Selahaddin'in filmine giremeyince biz de başka bir filme girdik, bir şeyler izlemeden de geri dönmek istemedik. Sanırım genç bir terapistin hikayesiydi. Başlangıçta güzel gidiyordu ama bu terapistin yaşlılara seks eğitimi veren bir cinsel terapist olduğunu anladıktan sonra salondaki herkes dahil bendeki film de koptu 😂. Sadece terapistlikle de kalmıyordu sanırım fiziksel hareketler eğitimi de veriyordu. Filmin sonunu getirmeden güle güle arada çıkmıştık. Şu an IMDb’den bulmaya bile korkuyorum o yüzden bakmayacağım 😅.
Bizim üniversitenin Yunus Emre Kampüsü’nde harika bir sinema salonu daha vardı. Sadece sinema için değildi gerçi, çok amaçlıydı. Konferans, tiyatro, konser, bilimum sahne sanatları icra edilirdi. Hala da öyledir muhtemelen. Haftada bir iki defa ve akşam geç saatlerde oraya da film gelirdi. Ama vizyondakiler değildi sanırım. Güzel filmlerdi yine de. Ve çok ucuzdu çarşıdaki sinemalara göre. Yine yanlış hatırlamıyorsam çarşıdakiler 6-7 liraydı, üniversitedeki salonda ise 2-3 liraydı. Çarşıdakiler de pahalı gelmiyordu açıkçası bana öğrenci olmama rağmen. Şimdiki bilet fiyatlarının yanında o zamanlar çerez parasıydı.
Geceleri o güzelim kampüse girmenin tek yolu bir etkinliğin veya kütüphanenin açık olmasıydı. Film izledikten sonra kampüsün çıkış kapısına doğru yürümek o zamanlar zevk aldığım ender şeylerdendi. Ben Eskişehir'i özledim.